Bölgenin bilinen tarihi, Anadolu ve Mısır coğrafyasının hakim güçleri arasında dostluk ve barışın olmasıyla bölgede huzur ve refahın sağlandığını kaydetmektedir. Katar’daki görüşmeyle Türkiye ve Mısır bölgenin ekonomik kaynaklarını başka güçlerin sömürmesine izin vermemeyi öncelemek gibi önemli bir siyasi irade ortaya koymuştur.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak'ın, Yeni Şafak için kaleme aldığı yazı şöyle:
Her şeyi değiştiren tek bir fotoğraf karesi mi? Elbette ki hayır. Uluslararası ilişkiler alanı çok dinamiktir. Devletler dış politikalarını küresel gelişmelere göre sürekli güncel tutmak ve bu gelişmeler ışığında ikili ve çok taraflı ilişkilerini güncellemek ve değiştirmek zorundadır. Bir alandaki değişim diğer alanları da tetiklediğinden politikasını değiştirmeyen ve geliştirmeyen devletler oyun kurucu özelliğini kaybettiği gibi uluslararası arenada saf dışında da kalabilir. Özellikle son yıllarda meydana gelen gelişmeler küresel ve bölgesel aktörlerin sürekli ikili ve çok taraflı ilişkilerinde güncellemeler yapmasını zorunlu kıldı. Türkiye açısından da durum bundan ibarettir.
Uluslararası ilişkilerde diplomasi araçları çok çeşitlidir. Sportif faaliyetler bu araçlardan birisidir. Spor diplomasisi bazen tıkanan ilişkileri açmak noktasında pozitif zemin sunar. Katar’da açılışı yapılan Dünya Kupası karşılaşmalarından önce Mısır Devlet Başkanı Sisi ile Erdoğan’ın el sıkışması bölgesel diplomasiyi izleyenler nezdinde oldukça dikkat çekici oldu. İki ülke arasındaki ilişkiler, yaklaşık 9 yıllık bir gerginlik sürecinden sonra buzları eriten bu görüşmeyle yeniden ivme kazanma noktasına geldi.
TÜRKİYE İLE ORTA DOĞU’DA TAŞLAR YERİNDEN OYNADI
Doğu Akdeniz’de ve Orta Doğu’da taşların yerinden oynaması ve kartların yeniden dağıtılarak rollerin değişmeye başlamasıyla küresel boyutta önemli dönüşümlerin görüldüğü bu kritik dönemde atılan bu adım iki açıdan önemlidir. İlk olarak Erdoğan’ın, Sisi tarafından ortaya konulan yol haritasının uzun adımlarını tamamen kabul etmese de uzatılan eli havada bırakması beklenemezdi. Sisi yönetimi daha önce Türkiye’nin uzun zamandır Körfez siyasetine yem olmasına müsaade etmediği Katar ile ilişkilerini normalleştirerek bu adımı zaten atmıştı. İkinci olarak, iki liderin buluşmasın sağlayan Katar Emiri’nin bu diplomatik girişimdeki başarısı Dünya Kupası karşılaşmalarına ev sahipliği yapmakta gösterdiği spor diplomasisinin başarısı kadar önemlidir. Çünkü, Erdoğan ve Sisi’nin liderlik düzeyinde karşılıklı ilişkileri başlatması ve iki dost ve kardeş ülkenin barışması kaçınılmaz bir durum olsa da Arap Ligi’nde ağırlık kazanan Katar’ın rolü de aynı derece önemlidir.
Mısır ile normalleşme BAE ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesinden sonra gündeme geldi. BAE, Türkiye ile ilişkilerini hızla ilerletmeye başladı. Suudi Arabistan BAE kadar olmasa da Türkiye’nin Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ve Doğu Akdeniz’deki rolünü takdir etmekte. Türkiye’nin Ukrayna-Rusya Savaşı’nda oynadığı barışçıl ve realist rol, Suudi Krallığı’nı da pozitif olarak etkiledi. ABD Başkanı Biden’ın Riyad yönetimine takındığı saygısız tavra Kraliyet tarafından sert tepki verilmesi, Ortadoğu’daki yönetimlerin özgür iradelerini yansıttıkları nadir örneklerden biridir. Ancak bu yaklaşım ABD’ye karşı edilgen politikalar devrine son verilme arzusu olarak görülebilir.
İKİ ÖRGÜTLÜ YAPI: ORDU VE EZHER
Mısır ile normalleşmeyi konuşurken yakın geçmişte olanları değerlendirmekten kaçınmamak ve göz önünde bulundurmak gerekir. Mısır’da kökü Amr b. As dönemine kadar geri giden iki örgütlü yapı bulunur. Bunların başında birinci sırada ordu gelir. Mısır devlet idaresinde ordunun rolü başka devletlerde olduğundan daha fazladır. Ordunun gücü ve önemi tarihi bir arka plana sahiptir. Mısır Amr b. As’ın fethinden itibaren asker komutanlar tarafından idare edildi. 868 yılında Tolunoğlu Ahmed 24 bin askerin komutanı olarak Mısır’ı yönetmeye başlayınca Türkler’in Mısır’daki konumları değişti. Ondan itibaren Mısır’daki askeri bürokraside Türk kökenlilerin ağırlığı başladı. 1952 yılında Cemal Abdülnasır ve etrafındaki genç subayların öncülük ettiği darbe ile Mısır ordusunda ve devlet idaresindeki Türk kökenlilerin varlığı radikal biçimde değiştirilmeye çalışıldı. 1805 yılından itibaren Mısır sarayında Türkçe konuşuluyordu. 1922’de başlayan Krallık rejimini kaldırıp yerine Mısır Arap Cumhuriyeti’ni kuran Nasır çağdaş ölçeklerde bir ulus-devlet kurmayı amaçlamıştı. Bu yüzden Pan-Arabizm politikasını devreye alarak Arap halklarına liderlik yapmaya başladı. Mısır’daki bu eksen değişimi 1967’deki İsrail Savaşı’nda bir kazanç sağlamadı. Savaşın kaybına yol açan sebeplerden biri de Mısır ordusundaki Türk subayların 15 yıldır pozisyon kaybıydı. Tecrübesiz komuta kademesi ve subay kadrosuyla yürütülen savaş Mısır’a telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açtı. Mısır’daki askeri kadrolarda görev yapan Türklerin varlığı 12 asır öncesine dayanır. Bunlar Mısır devletinin önceliklerini her zaman başarıyla korumuştur.
Osmanlı Devleti’ni 1830-1840 yılları arasında meşgul eden hatta ordusunu birkaç kez mağlup eden Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı da bu minvalde değerlendirmek gerekir. Özellikle Kavalalı’dan sonra oluşan Mısır eliti içinde hatırı sayılır oranda Türk kökenliler vardır. Bunlar sadece askeri alanda değil sivil bürokrasi, kültür sanat ve dördüncü kuvvet durumundaki yazılı ve görsel basın, radyo, sinema, TV gibi alanlarda halen Mısır ve Arap dünyasına katkılar vermektedir. Elbette bu Türk kökenlileri Türkiye’dekiler gibi algılamak hatalıdır. Zira bunlar Tolunoğulları, İhşidiler, Eyyubiler, Memlukler ve son olarak Kavalılar bürokrasisinden gelen kendine özgü soy kökenlerin sahiptirler. Bunlar ulus devlet politikaları gereğince Türk, Kazak, Özbek, Çerkez, Kafkas kökenlerini öne çıkarmazlar ama fiziki özelliklerini saklamaları mümkün olmadığından bu durum gizli değildir. Mesela, Kahire’nin en güzel meydanlarından birinin adı Özbekiyye Meydanı’dır. Mısır’daki üniversitelerde ondan fazla birimde Türkçe öğretilmektedir. YEE’nin dünya çapındaki Türkçe öğretim programına katılım noktasında en büyük öğrenci sayısı her yıl 8 bine yaklaşan rakamlarla Mısır’da gerçekleşmektedir.
İkincisi ise Ezher Üniversitesi’dir. Fatımiler devrinde kurulmuş olsa da Ehli-Sünnet anlayışının bin yıldır savunuculuğunu yapan müstesna bir kurum olarak binlerce öğrenci ve akademisyen yetiştirerek Mısır’daki elitler başta olmak üzere toplumun her kesimi nezdinde itibar sahibidir. Ancak 2010 yılı sonunda başlayan Arap ülkelerindeki demokratik hareketlenmeler sürecinde Mısır bir iç savaşın eşiğinden döndü. Ülkenin Libya, Yemen ve Suriye gibi bir iç savaş ortamına girmemesi devleti temsil eden Mısır ordusu ve elitleri ve halkı temsil eden Ezher’in inisiyatif almasıyla sağlandı. Bugün gelinen noktada Mısır’ın geleneksel güçleri ordu ve ülke idaresini elinde bulunduran askeri kadro ile uzlaşma yoluyla reformların devam etmesini arzulamaktadır.
DOĞU AKDENİZ KAYNAKLARINA SAHİP ÇIKMAK
Son 100 yıldır bölgenin kaderini olumsuz etkileyen tüm olaylarda küresel güçler yanında bölgedeki varlıklarını vekalet savaşlarıyla sürdüren güçlerin payı kadar bölge aktörlerinin de bu gerçeği hesaba katmadan birbirleriyle çekişmelerinin payı büyüktür. Bölgede istikrarın sağlanması noktasında denizden veya karadan birbiriyle komşu olan ülkeler arasında ekonomik ilişkilere odaklanmak ve Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynaklarının paylaşımını uluslararası hukuk, adalet ve hakkaniyet kuralları ölçüsünde iyi niyetle yapmak önem arz etmektedir.
Türkiye’nin ve diğer bölge ülkelerinin bu noktalarda hemfikir olduğu görülmektedir. Doğu Akdeniz’de ilgisi olmayan ülkelerin değeri onlarca trilyon dolar olduğu düşünülen petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarından pay kapma yarışında olduğu apaçık ortadadır. Türkiye’nin elden ele dolaşan Sevilla haritasına karşı çıkması sadece kendi çıkarlarını değil tüm kıyıdaş ülkelerin de çıkarlarını korumaya yöneliktir. Türkiye ile Mısır Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip iki ülke olarak deniz egemenlik alanlarını karşılıklı olarak çizme iradesini gösterdi. Erdoğan ve Sisi geçmişte farklı konumda olsalar da ülkelerinin çıkarının birlik ve beraberlikte olduğunu gördüklerinden o pozu verdiler.
Büyük güçlerin Irak ve Suriye’ye reva gördüğü iç savaş ortamını barış ortamına dönüştürmek için Mısır ve Türkiye diğer ülkelerden çok daha fazla gayret gösterme durumundadır. Çünkü Orta Doğu coğrafyasının en büyük iki ulusu Türkler ve Araplar’dır. Burada Mısır’ın 100 milyonu çok aşan nüfusuyla Arap dünyasının üçte birinden fazlasını tek başına temsil ettiği unutulmamalıdır. Türkiye de Türk Devletleri Teşkilatı ile Türk dünyasını Çin Seddi’nden Macaristan’a kadar uzanan topraklardaki 300 milyonluk nüfusun çıkarlarını kollamak yanında Mısır, Sudan, Libya, Yemen, Katar, BAE, Suudi Arabistan, Tunus, Fas gibi ülkelerle kardeşlik ve dostluk bağlarını kuvvetlendirmek istiyor.
KADİM TARİH BAĞLARIYLA ÖRÜLEN KADER
Türkler ve Araplar bu coğrafya asırlar boyunca huzurla beraber yaşamıştır. M.Ö. 1274’te yapılan Anadolu Hitit Devleti ve Mısır arasındaki Kadeş Antlaşması dünyanın ilk barış ve dostluk antlaşması olarak kayıtlara geçmiştir. Sisi ile buluşan Erdoğan jeopolitik gerçekliklerin bir gereğini göstermiştir. Tarih boyunca Anadolu toprakları Asya ile Avrupa’yı bağlarken Mısır toprakları da Afrika ile Asya’yı birbirine bağlamıştır. Türkiye Karadeniz ve Akdeniz’i birbirine bağlarken Mısır Hint Okyanusu ve Kızıldeniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayan stratejik bir noktada kurulan devletlerdir.
Doğu Akdeniz’de bölge barışı ve bölge ülkelerinin ekonomik ve siyasi çıkarları Mısır ve Türkiye’nin ilişkilerinin normalleşmesini zorunlu kılmaktadır. Bölgenin bilinen tarihi Anadolu ve Mısır coğrafyasının hakim güçleri arasında dostluk ve barışın olmasıyla bölgede huzur ve refahın sağlandığını kaydetmektedir. Bölgenin iki önemli ülkesi güncel siyasetlerini sürdürürken bölgenin ekonomik kaynaklarını başka güçlerin sömürmesine izin vermemeyi öncelemek gibi önemli bir siyasi irade ortaya koydu.
Ortak tarih, ortak din ve ortak kültür dinamikleri ortak ekonomik çıkarları rasyonel parametrelerle sağlamak noktasında gelecekteki dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin yol haritasını da çizmektedir. Çağımızın hastalıklarından olan bağnazlık, ırkçılık ve Arap düşmanlığı böyle durumlarda sahnede kendini göstermektedir. Bu ön yargılar Türkiye’nin bölgesel gücüne zarar verirken ABD, Rusya ve Çin gibi küresel aktörler Araplarla iyi geçinmeye çalışıyor, rejimlerine doğrudan karışmıyor, enerji alıyor, silah başta olmak üzere her türlü ürünlerini satıyor, turizm ve eğitim alanında iş birliği yapıyor, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını kendi ülkelerine çekmek için kanuni düzenlemeler yapıyor… Böyle bir uluslararası ortamda Arap ve Mısır karşıtlığında bulunmak ülke menfaatleri için isabetli bir tutum olmaz. Görüldüğü kadarıyla Türkiye, Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan sınırlarını belirlemek, bölgesel çıkarlarını sağlamak yanında Orta Doğu ve Afrika’da barış, istikrar ve kalkınma projelerine destek vermek gibi birçok başlıkta Mısır’la ilişkilerini mümkün olan en yüksek noktaya çıkarmak amacındadır.