İşte Karahasanoğlu'nun "Onlar söyledi, biz de yedik!" başlıklı o yazısı:
"Haftalar önce, Suriye’nin kuzeyini, artık istisnasız terör örgütlerinden temizleme noktasında sinyal çakıldı.
Muhataplara ikazlar yapıldı.
Terör örgütlerinin hamiliğini yapan ABD de. Rusya da.
'Tezkereye hayır oyu veren bizim CHP’miz var' dediler.
Türkiye’nin sınır ötesi operasyona başlamayacağını tahmin ettiler.
Ama her geçen hafta, bu operasyondaki kararlılık dillendirildi.
Sahaya çıkma yerine, dillendirmedeki amaç ise.
Muhatapların Türkiye’nin taleplerini kabul ederek, zaten askeri operasyon sonrasında çekilmek zorunda kalacakları noktalara, kan akmaksızın gitmeyi kabul etmelerini sağlamak.
Şu ana kadar bu mümkün olmadı.
Ama her hatırlatmada, Türkiye bir başka tuzak ile. Bir başka kirli oyun ile karşı karşıya kalıyor.
Sonuncusu ise.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, 'Amerika, Fırat’ın doğusundan çekilsin' sözlerinin hemen sonrasında yaşandı.
Bu sözlerin üzerinden sadece saatler geçmiş iken.
Irak’ın kuzeyinde, Barzani bölgesinde, turistik bir mekana havan topu atışı ile, 9 insan öldürüldü.
Tezgah öncesinde hazırlanmıştı.
Protestonun tüm Irak’ta gerçekleşmesi için, cenazelerin Bağdat’a gitmesi gerektiği ince ayrıntısı bile düşünülmüştü.
Bu tilkiliği dünya genelinde kimin yaptığını, yapacağını çok iyi biliyorsunuz.
'Fırat’ın doğusundan çekilmesi gerektiği' hatırlatılan, 'Büyük Şeytan ABD!'
Hemen açıklamalar geldi.
Daha havan topu düşmesinin üzerinden belki saat bile değil. Dakikalar sonrasında, olaydan Türkiye sorumlu tutuldu.
Onları ne ilgilendiriyorsa, PKK en başta.
Irak resmi yetkilileri ardında.
ABD’si, AB’ı, hep bir ağızdan ortaya tek bir somut delil koymadan, Türkiye’yi suçladılar.
Ege denizindeki bir tatbikat sırasında, Türk gemisinin kaptan köşkünü vuracak ve orda subaylarımızı şehid edebilecek kadar alçak bir cinayete imza atabilen ABD.
Türkiye’yi dakikalar içinde suçlamaya kalkışıyorsa.
Bizim de, 'Biz bu filmi daha önce de seyretmiştik' dememiz gerekir.
Kendi vurdukları insanları, başkalarının üzerine yıkma filmi, ilk defa yaşanmıyor.
Afganistan’da onlarca, yüzlerce defa biz o oyunu gördük.
Düğün evlerini vurup, kimisinde 'Terörist sandık' diyen Amerikalıları yakından biliyoruz.
Sivil köyleri vurup, ardından 'Taliban vurdu' diye yapılan açıklamaların üzerinden yüzyıllar geçmedi.
Camilerde patlatılan bombalar, 'IŞİD yaptı' diye kamufle edilen istikrarsızlaştıran olayları.
'İkiz kulelerin failleri Irak’ta' diyerek bu ülkenin topraklarına girilip dümdüz edildiği gerçeğinin üzerinden uzun yıllar geçmedi.
Çözüm sürecini bitiren olay olarak anlatılan iki polisin Şanlıurfa’da şehid edilmesi olayını bile, hatırlayın aynı alçaklar, 'TC devleti yaptı' diye tanımlamaya kalkıştılar.
ABD’nin emri altındaki o PKK’lı alçaklara sorulmadı: 'İki polisi derin devlet öldürdü ise. Hemen ertesinde yollara döşenen bombaların faili kim? Ardı ardına patlatılan bombalar, şehid edilen askerler, güvenlik güçlerinin katilleri kimler?'
Öyle ya.
Çözüm sürecini bitirmek için, derin devlet iki polisi şehid etti ise.
Bunu da o alçak PKK’lılar gördüler ise.
Olayları seyretmeye devam etmeseler.
Yollara bombalar döşemeseler.
Ambulanslara varıncaya kadar, araçları geçiş sırasında patlatmasalar.
Derin devlet dediğiniz daha kaç cinayet işleyebilecekti ki?
Ve bir ayrıntı daha.
Varsayalım iki polisi, derin devlet öldürdü.
İyi de, taaa 2013’te, silahı bırakarak, sınır ötesine gitme sözü veren PKK’lılar, nasıl oldu da hemen ertesinde yolların altına döşedikleri bombaları patlatmaya başladılar.
Hani silahları bırakıp sınır ötesine gitmişlerdi?
O bombaları hangi ara, nereden, kimden aldılar? Ne zaman yolların altına döşediler ki Şanlıurfa cinayetlerinin hemen ertesinde, bombalı saldırı olmadığı günü görmeyecek kadar o vahşet günlerini yaşadık..
Onlar istediklerini söylesinler.
'Şanlıurfa’da iki polisi derin devlet öldürdü' desinler.
Onların bu sözlerine kimse inanmıyor.
Tıpkı, sınır ötesinden katili getirilen binbaşıyı, eşinin yanında öldürdüklerinde de, 'Devletin iç hesaplaşması' dediklerinde, kimsenin onların sözlerine inanmadıkları gibi.
Reyhanlı saldırısı için yaptıkları algı operasyonunun sonrasında, gerçekler ortaya çıkınca, hepsinin suspus olmasındaki gibi.
Bu klik, bu algı, bu söylem, sadece ABD’ye, PKK’ya has bir olay değil.
Tüm solculara hakim olan bir karakter.
Uğur Mumcu öldürülür.
Dindar insanlar suçlanır.
Sonra failleri, Mumcu’nun eşi tarafından bile açıklanır ki, 'Tuğlayı çekersek, duvar yıkılır' sözünün arkasında çıkar.
Necip Hablemitoğlu öldürülür.
AK Parti iktidarı suçlanır.
Sonra ortaya çıkar ki.
İnan Kıraç’ın avukatlığını yapan, Kemalistlerin MİT Müsteşarlığı koltuğuna oturtmak için yoğun çaba sarfettiği M. Levent Göktaş vardır, olayın arka planında.
Danıştay’da cinayet işlenir.
AK Parti’nin Adalet Bakanı, cami avlusunda, cenazeye gelen Kemalistler tarafından saldırıya uğrar.
Başörtü yasağını protesto için işlendiği iddia edilen cinayetin faili, 15 yıldır iki mantıklı cümle kuramayan bir avukat olarak karşımıza çıkar.
O avukatın, cinayet öncesinde, 'Yolcuyu görmeli miyim' mesajını kime attığı, hâlâ ortaya çıkarılamadı.
'Yolda mı yoksa' mesajı ile ne demek istedi, kimden bilgi istedi, hâlâ aydınlatılamadı.
Ama Hablemitoğlu cinayeti hasıl ki, 20 yıl sonra aydınlatılıyor.
Bilin ki, Danıştay cinayeti de.
Madımak tezgahı da.
Misilleme olduğu söylenilen Başbağlar katliamının failleri de, gün gelecek, aydınlığa kavuşturulacak.
Duhok’taki saldırının da kimse sanmasın, üstü örtülecek.
Sivilleri öldürmeyi alışkanlık haline getiren kim ise, Güngören’de çöp kutusuna, Ankara’da otobüse, Kayseri’de ve daha nice yerde öğretmen-bebek-kadın demeden insanları kim öldürdü ise, Duhok’taki katil de odur!"
İşte Yaşa'nın "Duhok saldırısı kimin işi?" başlıklı o yazısı:
"Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran’da katıldığı üçlü zirveden dakikalar sonra Irak’ın Duhok kentinde sivilleri hedef alan bir saldırı gerçekleşti ve ardından Türkiye aleyhine planlı olduğu her açıdan belli olan bir karalama kampanyası başlatıldı.
PKK terör örgütü ve Şii milis grupları saldırının Türk ordusu tarafından yapıldığını iddia ederken basiretsiz ya da art niyetli Iraklı liderler ve politikacılar da koroya katıldı.
Türkiye aleyhindeki asılsız haberleriyle ünlü uluslararası medya organları da terör örgütüyle aynı dili kullandı.
Ankara, saldırının kesinlikle Türk ordusu tarafından gerçekleştirilmediğini açıklayarak, son günlerdeki operasyonlarla köşeye sıkışan terör örgütünün oyunlarına dikkat çekti ve 'Gerçeğin açığa çıkması için her türlü adımı atmaya hazırız' diyerek Irak hükümetini işbirliğine davet etti.
Bağdat’ın şu ana kadarki yaklaşımı ne yazık ki olumlu değil.
Irak’ta bu saldırıyı yapabilecek birçok grup var.
En büyük Sünni koalisyonun lideri Hamis Hançer de saldırının PKK ile bazı yerel milislerin işi olduğunu söyledi.
Saldırının zamanlaması ve hemen ardından İran yanlısı Şii grupların Türkiye’yi hedef alan organize ithamları 'Tahran Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirmeye hazırlandığı askeri operasyonu engellemeye çalışıyor' yorumlarına yol açtı.
Genel kanaat, Erdoğan’ın Tahran ziyareti sırasında Türkiye’nin operasyondan vazgeçmeyeceğini anlayan İran’ın böyle bir hamle yaptığı yönünde.
Birçok gözlemciye göre saldırının bir amacı da Nuri el-Maliki’ye ait ses kayıtlarının yayınlanmasıyla patlak veren skandalın üzerini örtmek.
Birbiri ardına yayınlanan ses kayıtları hem mezhepçi eski başbakanı zora sokmuş hem de İran’ın manevra alanını daraltmıştı.
Irak’ta geçen yıl 10 Ekim’de yapılan seçimlerden bu yana hâlâ yeni hükümet kurulamadı.
İran, seçimlerde hezimete uğramış olsalar da kendisine bağlı Şii grupların hükümette yer almalarını istiyor.
Saldırıyla çıkarılmak istenen karmaşanın dikkatleri Irak’taki mevcut siyasi krizden ve skandaldan başka yöne çekeceği kesin.
Bu arada, İran destekli Şii gruplarla anlaşmazlık yaşayan Mukteda es-Sadr’ın bekleyip ne olup bittiğini anlamak ve gerçeği araştırmak yerine alelacele Türkiye aleyhinde zehir zemberek açıklamalarda bulunması ve adamlarını ülkemize karşı kışkırtması da kendisinin siyasi olgunluktan yoksun dengesiz bir lider olduğunu gösterdi.
Tahran, hem Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyinde terör yuvalarını dağıtmak için operasyon düzenlemesine hem de Zengezur Koridoru’nun açılmasına şiddetle karşı.
İkisini de engellemek için şiddete, çatışmaya ve her türlü kirli oyuna başvurmaktan çekinmeyeceğini açıkça gösteriyor.
Türkiye’yi Orta Asya’daki Türk coğrafyasına bağlayacak hayati öneme sahip koridoru 'Ermenistan sınırının değiştirilmesi', 'İran-Ermenistan sınırının işgali' gibi göstermeye çalışıyor.
Suriye’nin kuzeyine düzenlenmesi beklenen yeni operasyonun Türkiye’nin milli güvenliği için ne kadar hayati öneme sahip olduğunu söylemeye gerek yok.
Hamaney’in Erdoğan’a Türk ordusunun Suriye topraklarında operasyon düzenlemesinin Türkiye, Suriye ve bölgenin aleyhine olacağını söylediği medyaya yansıdı.
Fakat sırf İran muhalefet ediyor diye harekattan vazgeçemeyiz."
İşte Varol'un "Zaho Katliamı" başlıklı o yazısı:
"20 Temmuz Çarşamba günü Irak Kürdistanı Özerk Bölgesi’ne bağlı Duhok vilayetinin Zaho ilçesi sınırları içinde yer alan bir dinlenme tesisine yönelik olarak top mermileriyle gerçekleştirildiği belirtilen korkunç bir saldırı düzenlendi. Saldırıda 2’si çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği, 23 kişinin de yaralandığı bildirildi.
Saldırı tam anlamıyla bir katliam niteliği taşımaktadır ve hiçbir şekilde onaylanması mümkün değildir. Kim tarafından ve ne adına yapılırsa yapılsın reddedilmesi gerekir.
Irak Başbakanı Mustafa El-Kazımi olayın hemen ardından, sıcağı sıcağına Türkiye’yi suçlayarak sert ifadeler içeren açıklamalarda bulundu.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı da resmi açıklama yayınlayarak saldırıyı kınadığını, kesinlikle reddettiğini ve sivilleri hedef alan her türlü saldırının karşısında olduğunu dile getirdi. Dış İşleri Bakanlığı açıklamasında; “Irak hükümeti yetkililerini hain örgütünün söylem ve propagandasının etkisi altında açıklamalar yapmamaya, bu elim hadisenin gerçek faillerinin açığa çıkarılması için iş birliği yapmaya davet ediyoruz.” ifadesine yer verildi.
Aslında Türkiye ile Irak arasında son dönemde belirgin bir yakınlaşma olmuş ve karşılıklı işbirliği konusunda önemli adımlar atılmıştı. Ancak Bağdat yönetimi Türkiye’nin PKK’nın Irak sınırları içindeki merkezlerini de etkisiz hale getirmek amacıyla yaptığı operasyonlardan rahatsız oldu. Zaho’da yaşanan olayın ardından, saldırının arka planı hakkında yeterince araştırma yapmadan doğrudan Türkiye’yi suçlu göstererek hedefe yerleştirmesinde de bu rahatsızlığının önemli bir payı olduğunu sanıyoruz.
Bu arada, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi de PKK ile Türkiye arasındaki savaştan duyduğu rahatsızlığı dile getirerek, bu savaşın bitirilmesi ve kendi topraklarında bu savaşın sürdürülmemesi yönünde taleplerde bulundu.
Türkiye sınırları içindeki unsurlarının büyük darbe alması sebebiyle silahlı gruplarını büyük ölçüde Irak ve Suriye içine taşımak zorunda kalan PKK’nın, kendini bu ülkelerin topraklarında rahat hissedebilmek için Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının önlenmesi çağrıları yaptığı biliniyor.
Zaho’daki saldırı da onun bu yöndeki çağrıları için dayanak olarak kullanılmaya son derece elverişli bir hadise niteliğindedir. Dolayısıyla böyle bir saldırı gerçekleştirilmesi PKK’nın eline, Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarının önlenmesi için kurduğu irtibatlarda ve yaptığı çağrılarda işine yarayacak önemli bir koz verilmesi anlamına gelir. Türkiye’nin PKK’nın eline böyle bir koz vermesi en başta kendisinin bu örgüte yönelik olarak sürdürdüğü savaş açısından hem stratejik hem de askeri yönden ciddi bir hata sayılır. Böyle bir hatayı işlemek sadece, sivillere saldırmama kuralının çiğnenmesi değil aynı zamanda Türkiye’nin PKK’ya yönelik olarak yürüttüğü savaşa kendi eliyle darbe vurması anlamına gelir.
Bu durum karşısında Türkiye’nin hiçbir şekilde lehine olmayan, bilakis her bakımdan PKK terör örgütünün işine yarayan böyle bir saldırı hakkında siyasi tavır belirlerken en azından faillerin belirlenmesi için bir soruşturma ve araştırma yapmaya ihtiyaç duyulması gerekir.
Türkiye böyle bir soruşturma yapılmasına razı olduğunu ve hatta istenen desteği sağlayacağını, gerekli işbirliğine hazır olduğunu açıkladı. Bu durum karşısında Irak hükümetine düşen PKK’nın işine yarayacak aceleci tavırlar sergilemek yerine, olayın arka planının gün yüzüne çıkarılması için hem Türkiye’yle hem de olayın yaşandığı bölgedeki yerel yönetimle işbirliği yapmaktır.
Türkiye’yi zor durumda bırakmak için taktik amacıyla böyle kirli bir saldırıyı gerçekleştirmek PKK açısından zor değildir. Geçmişte bu tür taktiklere başvurduğu da bilinen bir gerçektir. Bu durum karşısında olayın bu yönünün de göz önünde bulundurulması ve yeterince araştırma yapılmadan Türkiye ile Irak arasındaki işbirliğinde gerçekleştirilen kazanımlara darbe vuracak ve karşılıklı ilişkileri zedeleyecek yanlışlara düşülmemesi Bağdat yönetimi açısından daha isabetli bir tavır olacaktır. "