4 buçuk yıldan fazladır İstanbul'a verdiği sözlerin 3'te birini dahi yapmayan İBB Başkanı İmamoğlu muhalefet partilerin yaşadığı krizlerden kendi PR'ına çalışarak sıyrıldı. En son İYİ Parti'de yaşanan dağılmaya giden süreçte de 'Abla'nın partisine el attı şeklinde yorumlara yol açan arka kapı diplomasisi Akşener için geçilen son çizgi oldu ve sonrasında meydan okuma geldi.
Mahmut Övür'ün Sabah Gazetesinde konuyla ilgili yaptığı analiz "İstanbul'un suçu ne?' başlıklı köşe yazısında şu şekilde ifade edildi;
Hiç hesapta yokken, Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyaset mühendisliği ve Erdoğan karşıtlığı sayesinde İstanbul'u kazandı. Ne İyi Parti ne de o zamanki adıyla HDP seçmeni belediyecilik yapsın diye oy vermedi. O da müthiş bir havaya girdi ve hep kendine çalıştı.
Gözü kendisinden başka da kimseyi görmedi. Başkanı olduğu dünyanın en güzel şehri İstanbul'u feda etti.
Verdiği sözlerin hiçbirini gerçekleştirmedi. Birkaç yeşil alan, birkaç spor tesisi ve süt dağıtımı gibi sınırlı sayıda sosyal yardım dışında iz bırakan bir eser ortaya koymadı.
Deprem için 5 yılda 100 bin (Yılda 20 bin) konut sözü verdiği hâlde 10'da birini bile yapmadı.
Ne yeni bir ulaşım hattı oluşturdu, ne yeni bir su kaynağı devreye soktu. Kendi deyimiyle "İstanbul'a getirdiği bereketi" yakın çevresi ve medyasıyla paylaştı.
Aynı fotoğrafı siyasette de görüyoruz. Siyasi hiçbir fark ortaya koymadan "siyasi aktör" olma derdine düştüğü için ilk "kumpas" kurduğu isim de kendisini o seviyeye taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu oldu. CHP'nin belediye başkanı olduğu hâlde İyi Parti ve HDP'yle iş tuttu.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'ndan söz ediyorum. Akşener'in onu "Fatih" ilan etmesine, Saraçhane'ye koşa koşa gidip "çak" yapmasına hiç itiraz etmedi; dükkân içinde (CHP) "dükkân açan" esnaf gibi davrandı. Gerçi CHP'lilerin de sesi çıkmadı ama o günlerde esas gücünü İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'den alıyordu. Akşener de Altılı Masa'nın belirleyici aktörü olmak için ona "kazanacak" aday gözüyle bakıyor, o da Akşener üzerinden CHP içindeki yerini sağlamlaştırıyordu. Oyun içinde oyun vardı.
Böyle böyle "hayali" de olsa cumhurbaşkanlığı yardımcılığına kadar yükseldi. O makamı da kendi PR'ı için kullandı ve şehir şehir dolaştı. Geriye dönüp bakın, ortaya mevcutlardan farklı ne iç ne de dış siyasetle ilgili yeni bir şey söylemedi ve bir vizyon ortaya koymadı. Oy da getirmedi ve kaybedenler arasında olmasına rağmen Kılıçdaroğlu'nu "günah keçisi" yapmayı başardı. Bu da Kılıçdaroğlu'na ikinci darbeydi ve CHP Genel Başkanlık koltuğunu ondan aldı.
Şimdi sıra kendisini "Fatih" ilan eden, yüzünde "Rabbi Yessir" gören Akşener'de. Ne zaman ki Akşener, "İttifak yok" dedi, o zaman İmamoğlu'nun gizli kulakları harekete geçti ve siyasi operasyon da başladı. Böylece zaten kendi içinde problemli olan İyi Parti sarsıldıkça sarsıldı. Akşener, partisindeki kanamayı durdurmak için de açık "savaş" ilan etti:
"Bu, bir siyasi partinin içişlerine karışmak demektir. Şu an itibarıyla bir savaş ilanı olarak kabul ediyorum. Varım, buyursunlar. Ben idmanlıyım."
Eh... Etme bulma dünyası, dün Akşener CHP'nin içine el atmıştı, bugün de İmamoğlu "Abla"sının partisine el atıyor. Adaylar belirlenene kadar ara ara istifalarla İyi Parti'yi itibarsızlaştırmak için her yolu deneyecek. Bu arada foncu medyası da boş durmayacak.
Bu süreçte Akşener geç de olsa hem CHP'lileşmenin yeni bir siyaset tarzı olmadığını, hem de İmamoğlu'nun ona yüklenen misyonu taşıyacak bir siyasi derinliğe sahip bulunmadığını ve her an kendisini feda edebileceğini gördü. Yön değiştirmesinin esas nedeni de bu.
Kısa siyasi geçmişinde ilişkili olduğu herkesi bir biçimde feda eden, operasyon çeken İmamoğlu, şimdi ikinci kez İstanbul'u kazanmak istiyor. Aslında İstanbul'a yine "o makama" götürecek bir sıçrama tahtası gözüyle bakıyor. İstanbul'a yazık değil mi? Seçim sonrası, tıpkı İyi Partili Adnan Beker gibi, eminim çok sayıda CHP'liden şu sözleri duyacağız:
"Allah İstanbul'u korumuş."
Editor : Eshahaber