Gündem

NATO’nun Kolektif Savunma Kapasitenin Bugünü ve Müttefiklik Ruhunun Çelişkileri

Prof. Dr. Adem Polat, NATO'nun başlangıç sürecinden itibaren kaleme aldığı analizinde NATO’nun Kolektif savunma kapasitenin bugününe ve müttefiklik ruhunun çelişkilerine dikkat çekti.

NATO’nun Kolektif Savunma Kapasitenin Bugünü ve Müttefiklik Ruhunun Çelişkileri
14-02-2025 21:53
14-02-2025 22:12

NATO’nun 1949’daki kuruluşundan bu yana Sovyetler Dönemi ve sonrasındaki küresel denge bakımından İttifak’ın en somut çatışma alanı, Donbass Savaşı’yla günümüz Rusya’sıyla asimetrik olarak belirginleşti. Daha lokal ve zayıf görünen bir gerilim alanı olarak NATO’nın kolektif savunma refleksi olan 5. Maddeyi ilk kez Afganistan-ABD çatışmasında ISAF adı alında 2001’de çoklu bir uluslararası güce dâhil olarak kullanması, yine bir Sovyet yayılma bölgesi olan Afganistan’dan Ukrayna’ya meselenin 20 yıl sonra nasıl mobilize olduğunu ve geniş bir tehdit ölçeğine taşındığını göstermeye yeterli olmuştur. Şimdi ise NATO, Sovyetler sonrası Rusya’nın diplomatik ve küresel konsolidasyon süreciyle doğrudan yüzleşmektedir.

Bugünlerde temelleri 2021’lere dayanan Çok Uluslu Mühimmat Depolama Girişimine iki yeni anlaşma daha eklenerek Türkiye’nin de aralarında olduğu 15 ülke; Belçika, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, Letonya, Litvanya, Hollanda, Norveç, Portekiz, Romanya ve İngiltere, ‘150 metrenin altındaki düşük seviyeli hava tehditleri’ ne karşı muharebe alanında karşı tedbir ve teknolojik iş birliği anlaşması imzaladı. Görünen o ki NATO askeri analistleri, NATO’ya yakın muharebe alanı olarak FPV dron saldırılarının Ukrayna-Rusya savaşındaki saha bilgilerini dikkate alarak, İttifak için yakın gelecekte doğabilecek insansız saldırı tehditlerine karşı ve de özellikle olası bir kara saldırı ve taarruz konseptine yönelik teknolojik güncelleme arayışı içinde olduklarını açık bir gerçeklik olarak sundu.

Bununla beraber Çok Uluslu Mühimmat Depolama Girişimi (MAWI) programının özellikle kıta Avrupası merkezli oluşu, NATO’nun Donbass Savaşı örneğinde gözlemlediği üzere yoğun ve yorucu bir kara savaşına hazırlık ve mühimmat kapasitesini de yeniden gözden geçirdiğini gösterdi. 21. Yüzyılın ortalarında bugünün NATO üyeleri olan eski Varşova Paktı anti-komünist uydu devletleri, Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Romanya, Slovakya ve Arnavutluk, elbette Ukrayna-Rusya savaşının ilk genişleme dalgasındaki ön cephe ülkelerini teşkil etmektedir. Bu bağlamda Avrupa’nın mühimmat sorununun aynı zamanda geçmişte NATO’nun dâhil olduğu lokal çatışma alanlarına benzemeyişi ve bilakis ABD’nin kıtalararası Orta Doğu örnekli müdahale tazından hem stratejik açıdan hem de lojistik bakımdan faklı oluşu, Avrupa’nın böyle bir diplomasi dışı kriz anında açığa çıkacak güvenlik zafiyetini analiz etmeye yeterli olacaktır.

Çok Uluslu Mühimmat Depolama Girişimi (MAWI)’nin Türkiye’yi ilgilendiren boyutu, artık güçlü bir savunma sanayi ekosistemine sahip ülkemizin bu mühimmat krizinde tedarik eden ülke değil de tedarikçi konumda olacağıdır. Türkiye’nin grobal ölçekli bir uluslararası aktör oluşu gerçeği, NATO’nun yaşadığı bu mühimmat kriziyle birlikte okunmalıdır. Dikkatten kaçmamış ve unutulmamıştır ki, Türkiye’nin yıllarca güneyden terör örgütlerince hedef alınması ve hem Orta Doğu’da hem de Kafkasya ve Ön Asya’da (ABD-Afganistan, ABD-Irak, İsrail-Hamas, İsrail-Lübana, Suriye İçsavaşı,  Rusya-Gürcistan, Rusya- Çeçenistan-Rusya Ukrayna savaşları) sıcak çatışma alanlarına yakın olmasına rağmen NATO üyesi İspanya hariç İttifak’tan yeterli derecede orta irtifa hava savunma desteğinden mahrum kalışı, söz konusu müttefiklik ruhundan son derece uzak bir görüntü çizmiştir. Yerli ve milli savunma sanayisi hamlesinden sonra Türkiye’nin bir yanıyla HSS’lerde kendi savunma mimarisini kendi özgün konseptleriyle oluşturması, gerek mühimmat üreticisi niteliğindeki sertifika kalitesi gerekse hava soluyan insanlı ve insansız platformlarındaki başarı ve iddiasıyla bugünleri dünden öngörmenin siyasi bir başarısını ihtiva etmiştir.

Fakat hali hazırdaki savunma harcamalarının dünya ölçeğinde % 60-70’inin NATO’ya ait olmasının aynı zamanda korumakla yükümlü çoğu mikro ölçekli Baltık ülkeleri olduğu hesaba katıldığında; yine NATO’nun makro düzeydeki Türkiye’ye teknoloji paylaşımında çok hevesli olmadığı gerçeğini, kendi kolektif savunması adına çekişliye düşürmektedir. ABD Başkanı Trump’ın yeni yaptığı açıklamayla Hindistan için 5. Nesil F-35 hava platformuna yeşil ışık yakması, 2018 yılında yaptığı anlaşmayla 2021’de Rusya’dan ilk parti S-400 HSS’lerini tedarik eden Hindistan’ın durumunu NATO ülkesi Türkiye’yle kıyaslamaya kapı araladı. Bizatihi Müşterek Taarruz Uçağı (JSF/F-35) programında olan yani F-35 için orta gövde ve bazı aviyoniklerin üreticisi Türkiye’nin Rusya’dan S-400 tedariki dolayısıyla CAATSA’ya uğratılarak yaptırım yoluyla parasını dahi ödediği F-35 programından çıkarılması, son Hindistan açıklamasıyla daha da düşündürücüdür. Ne var ki bu çelişkinin örneği sadece F-35’lerle sınırlı değil. Türkiye’nin yıllarca eksikliğini hissettiği Orta/Yüksek İrtifa Hava Savunma ihtiyacını yerli ve milli çözümler; Hisar ve Siper HSS projeleriyle gidermeden önce Amerikan menşeili MIM-104 Patriot ve Fransız-İtalyan menşeili SAMP/T NT gibi ürünlere yönelik uğradığı ambargo ve yine Türk ordusunun modernizasyonu için gerekli donananım ve kitlerdeki ambargolar sadece bazı önemli başlıkları oluşturdu. Yani Türkiye silahlı gücü, niteliği, disiplini ve NATO içindeki ağırlığına rağmen yıllarca siyasi sebeplerle ambargoya uğrayan tek İttifak ülkesi oldu.  

Dolayısıyla NATO ve Türkiye arasındaki son çeyrek asırdır devam eden ve müttefiklik ruhuna aykırı güvensiz ilişki düzeyi, özellikle Ukrayna-Rusya savaşından sonra kıta Avrupa’sı için tehdit konseptini değiştiren yeni konjonktür bakımından dikkatli okunmalıdır. Müttefiklerinin harp teknolojisine muhtaç dünkü Türkiye’den kendi ihtiyaçları için kendi çözümlerini üreten yeni Türkiye’nin güvenli bir Avrupa barışı, güvenli bir Orta Doğu barışı için önemi, aynı zamanda dünya barışının tesis edilmesi/sürdürülmesi için de hayatidir. NATO’nun majör ağırlığını üstenmiş ABD’nin Trump yönetimiyle beraber Avrupa’yı koruma stratejisini dün birer Varşova Paktı üyesi olan bugünün NATO üyesi mikro düzeydeki Baltık ülkeleri üzerinden kuramayacağı açıktır. Daha da açık olan ise Akdeniz’de her seferinde Yunanistan kartıyla köşeye sıkıştırılmaya çalışılan veya güneyde sürekli terör tehdidiyle sindirilmeye çalışılan Türkiye’nin artık bölgesel değil; uluslararası bir aktör olarak Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Kosova’da, Afrika’da başka türlü söylemek gerekirse kendisine küresel olarak çizilmiş sınırların çok ötesinde olduğu gerçeğidir.     

#ESHAHABER.COM.TR #haber #gündem #sondakika #news #press #worldnews


Editor : EshaHaber01
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
TÜRKİYE GÜNDEMİ