Yerli ve milli savunma sanayiinde çoğunlukla uçar unsurlar daha çok göz önünde olsa da aslında Türkiye denizcilik alanında da son derece değerli işlere imza atıyor ve bunları uzun yıllardır yapabiliyor.
Bugün geldiğimiz noktada ise geçmişten bu yana gelen tecrübelerin sadece askeri tersanelerde vücut bulduğu bir üretim becerisinden ziyade sivil tersaneleri de kapsayan dev bir ekosistemden bahsetmek mümkün.
Türk tersaneleri dümeni Malezya’ya kırıyor
Ankara, bu ekosistemin meyvelerinden birini daha alacağa benziyor… Geçtiğimiz günlerde Malezya Savunma Bakanı Mohammad Hassan, bakanlığın faaliyetleri hakkında bilgi verirken LMS Batch 2 ihalesi kapsamında Türkiye’den gemi tedarik edileceğini de açıkladı.
Söz konusu ihaleye Türkiye’den üç farklı şirketin katıldığı biliniyor. Ancak Malezya tarafı da Türkiye de ihaleyi kimin kazandığını ve kaç adet gemi tedarik edileceğini açıklamadı. Bu noktada bir parantez açalım ve Malezya’ya savaş gemisi üretimi noktasında resmi imzaların da henüz atılmadığı bilgisini paylaşalım.
Türkiye bir süredir denizcilik alanında attığı adımlarla kendi donanması için çok değerli platformlar üretiyor. Aynı zamanda başka ülkelere son derece yüksek teknoloji gerektiren savaş gemilerini eş zamanlı üretebileceğini de dünyaya gösteriyor.
Mevcut tabloda Afrika’dan Orta Doğu’ya Avrupa’dan Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya savaş gemisi üretebilen bir noktaya gelinmesi Ankara’nın siyasi nüfuz denklemini de doğrudan etkiliyor.
Çünkü savunma sanayiindeki iş birlikleri uzun soluklu olmalarıyla biliniyor. Örneğin, Türkiye’nin başka bir ülkeye savaş gemisi satması o ülkeyle yaklaşık 30 yıl boyunca bu ilişkinin bir şekilde devam etmesini de beraberinde getiriyor.
Türk gemiciliği altın dönemini yaşıyor
Malezya’dan gelen haber kendi içinde çok anlamlı olmakla birlikte aslında resmin bütünü açısından da önemli emareler barındırıyor. Her şeyden önce bugün geldiğimiz noktada Türkiye tersanecilik anlamında ‘şampiyonlar ligi’ olarak kabul edilebilecek yerde anılıyor.
Halihazırda hem kendine hem de Ukrayna, Pakistan, Nijerya gibi ülkelere savaş gemisi üreten Türkiye, aslında bu kabiliyetiyle iki çok değerli alanda gözleri üzerine çekiyor.
Bunlardan ilki, üretilen savaş gemilerinin yerli ve milli savunma sanayiine pozitif etkisi. TCG Anadolu, TCG İstanbul, TCG Ufuk, TCG Kınalıada gibi her biri kendi alanında son derece gelişmiş platformları üretebilmek ve bunları çok yüksek oranda yerli/milli imkanlarla donatabilmek başlı başına büyük bir iş.
Bu gemiler üretilirken arka planda platformların yönetim sistemlerinden üzerine konulacak radarına ve atabileceği füzelere kadar oldukça geniş bir alanda da faaliyetler devam ediyor. Haliyle geminin üretimi ve üzerindeki donatılar ülkenin milli savunma sanayiine paradan çok daha değerli bir bilgi birikimi sağlıyor.
Sadece bunlar da değil… Gemi donatılırken tercih edilen yerli/milli sistem de oluyor ve bu sayede ekosistemdeki çok sayıda şirket yüksek ve uzun ömürlü bir gelir kalemi edinmiş oluyor.
Yabancı ülkelere gemi yapabilmek çok kıymetli bir iş
Bahsettiğimiz ikili sürecin diğer ayağında ise yabancı ülkelere savaş gemisi yapabilme becerisi var... Bu noktada akla haliyle ihracat geliyor. Türk tersaneleri gerek askeri gerek sivil fark etmeksizin son yıllarda çok değerli ihracat rakamlarına ulaşıyor.
Ancak böylesine yüksek teknoloji gerektiren bir alana salt maddi kazanç olarak bakmak bazı çok kritik noktaları gözden kaçırmak anlamına geliyor. Pas geçilmemesi gereken konuların başında tecrübe ve gelişimi saymak gayet mümkün. Yurt dışına ürettiğiniz her savaş gemisi ülke içinde ‘know-how’ en basit haliyle ‘bir şeyin nasıl yapılabildiğini bilme’ becerinizi de en üst noktaya taşıyor.
Ayrıca savaş gemileri çok büyük sistemler. Tersaneler bu çok farklı sistemleri birleştiren merkezler olarak öne çıkıyor. Yani bir savaş gemisi sadece bir tersaneye gelir sağlayan iş olmanın çok daha ötesinde anlamlar da taşıyor. Onlarca farklı kuruma iş ve AR-GE yapmasını sağlayan bir gelir modeli oluşuyor. Türkiye ne kadar çok üretirse bu alanda o kadar çok öğreniyor ve haliyle imza attığı işleri iyileştiriyor.
Sürdürülebilir bir yapı ortaya konuluyor
Sadece bunlar da değil… Türkiye, çok değerli bir iş daha yapıyor ve savaş gemisi almak isteyen ülkeleri mümkün olduğunca kendi tercihlerini yapma noktasında serbest bırakıyor.
Bu noktada bir parantez açalım ve dünyada bu alandaki ülkelerin satış yaparken geminin yönetim sisteminden tutun da atabileceği füzeler ve barındıracağı radarlara/sensörlere kadar bazı dayatmalarda bulunduğunu hatırlatalım. Türkiye ise çok esnek şartlarda çalışabiliyor ve böylece savaş gemisinin pek çok noktasında son kararı karşı tarafa bırakıyor.
Dünyanın giderek artan ‘her şeye erişilebilir’ yapısı farklı bir gerçekliği de beraberinde getiriyor. Büyük endüstrilerin hiçbiri sadece kendi ülkesinin ihtiyaçlarını gidererek sürdürülebilir olamıyor. Türk gemicilik sektörü, yurt dışına yaptığı satışlarla aslında kendi sürdürülebilir yapısının da kilometre taşlarını döşüyor.
Öte yandan savaş gemisi inşa eden tersane tüm dünyada en üst kalitede iş yapan firma olarak kabul ediliyor. Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılında sadece savaş gemileri için değil pek çok farklı deniz aracının üretimi için de öne çıkıyor. Ukrayna, Nijerya, Türkmenistan, Pakistan ve belki de yakın gelecekte Malezya gibi ülkeler için üretilecek savaş gemileriyle Türkiye, bu alanda adından sıkça bahsettirmeye devam edecek gibi duruyor.
Editor : Eshahaber